Sonbaharın son demlerinde, Kasım ayının son haftasında buradayım. Milli parka vardığımızda sararmış yaprakların büyük çoğunluğu yerlere dökülmüştü. Yerlerde yaprak birikintilerinin kalınlığı yer yer 30-40 cm diyebilirim. Üzerlerinde yuvarlanması, uyuması pek keyifli. Puf gibi.
Yedigöllere ulaşım için gitmeden internette farklı yorumlar, rota tavsiyeleri okusam da en güncel bilgiyi paylaşıyorum. 2015 yılı Kurban Bayramından önce belediye Bolu içinden giden yolu asfaltlamış ve yollar oldukça düzgün. Tabi bu beraberinde ulaşımı kolaylaştırdığı için ziyaretçi sayısını arttırmış ve hafta sonları parkın içi oldukça kalabalık oluyor. Hatta milli parka araç ile girip çıkmak, dar yollarda oldukça stresli ve yorucu(Çok ciddi sinir bozucu). Yol kenarına park edilen araçlar nedeniyle yol tek şeride düşüyor ve uzun araç kuyrukları oluşuyor. Eğer sizde kalabalıkla karşılaştıysanız aracı girişe yakın bir yerlerde terk etmenizi tavsiye ederim.
Genel olarak ziyaretçiler günü birlik geldiği için akşam ortam biraz daha sakinleşiyor. Büyükgöl ve Deringöl etrafında daha fazla kampçı oluyor. Burada restaurant ve tuvalette bulunmaktadır. Bende bu sefer Büyükgöl yanında kamp yapmış olsam da bir sonraki sefer gittiğimde Nazlıgöl'ü tercih ederim. Hatta Nazlıgöl'ün Güneyinden göle doğru akan derenin kenarında yerimi belirledim bile. Ayrıca Nazlıgöl, Bolu tarafından parka girince karşınıza çıkan ilk göl. Yukarıda bahsettiğim gibi aracı girişe yakın terk edip, buraya eşyalarınızı taşımakta kolay olacaktır.
Bolu yönünden gelirken yol kenarına kurulmuş yerlerde, açık havada gözleme ve haşlanmış patates yemenizi tavsiye ederim.
Bonus: İstanbul üzerinden gelenler için Abant Gölü yolunuz üzerinde.
Konulu Harita
Doğaya , farklı Coğrafyalara Yolculuk Anıları.
Harita
1.12.15
28.11.15
Likya Yolu, Gelidonya Feneri>Olympos
Likya yolu gitgide popülerleşiyor ve sanırım en popüler etabı için yazıyorum.Belki size de eser ve hafta sonunu buralarda değerlendirirsiniz. Ara sıra arkadaşlarımla yaptığım 2 günlük yürüyüşlerden anlatacağım. Öncelikle her zaman finali Olympos'ta yapmak keyifli oluyor ve en az 1 gece kalıp Olympos'un olmazsa olmazı yıldızlı geceleri ile bitirmek yorgunluğunuzu alıp götürüyor. Işıl ışıl şehirlerimizin ardından insanın kendini dinlediği ve gök küre altında kendi kendine biz kimiz dediği, Olympos sahili... Ama bir kaç yıldır saat 22.00'den sonra sahile gitmenize izin verilmiyor. O yüzden 22.00 'den önce kontrol noktasını geçip, istediğiniz kadar üşüyene dek kalabilirsiniz.Yani ben üşüyorum, sizi bilmem. Bir sır daha vereyim eğer dalgalara dikkatli bakarsanız azda olsa mavi mavi parıldayan yakamozları görebilirsiniz(bkz. Biyolüminesans).
Finali hazırladığımıza göre planı yazıyorum. Kumluca Mavikent yol ayrımından yürümeye başlayıp beyaz evlerin hakim olduğu Karaöz köyündeki son bakkaldan ekmeği suyu da çantaya yükleyip, Korsan koyunu geçerek Gelidonya Feneri'ne ulaşıyoruz. Türkiye haritasına bakınca Batı Akdeniz'de kendini çokça belli eden Güney'e doğru uzanan burundayız. Burası uyumaya değer bir nokta. Gün geceye doğru dönerken manzarası ve sakinliğiyle, karanlığı aydınlatan feneri ve kokusuyla özel bir yer. Zeytin ağacının altında bir gece geçirip, güneş yükselmeden sulu ada manzarası ile Adrasan'a yürüyoruz. Yürüyüş pek inişli çıkışlı olmayıp susuz geçiyor. Sonunda tabi ki manzara var. Ve ardından mutlu son, karşınıza çıkan terk edilmiş deve çiftliğinde su da bulunuyor. Sonrası sallana sallana öğleden önce koya inmek oluyor. Adrasan ve Olympos arasında Musa Dağı var. Aynı günde başka bir manzaralı yürüyüşle burası geçilebileceği gibi, Adrasan'da öğleyi geçirip geceyi Musa Dağında da uyuyabilirsiniz. Ya da kolay yoldan bir araçla Olympos'a devam edebilirsiniz. Başta dediğim gibi hafta sonu planı olarak yazıyorum. Tabi ki bir de diğer ucu var bu yolun. Phasellis'i ziyaret edip, Ulupınar'dan Yanartaş'a geçip Çıralı'dan da gelebilirsiniz. Her yol Olympos diyerek huzur garantili hafta sonu yürüyüşü yazmak istedim.
Bu rotalar hakkında detaylı anlatılan yazılar bulacağınızdan eminim. Ama akıllarda kalanlardan bahsedeyim.
- Yanınıza almanız gereken en önemli şey sinkov yada off. Belkide su ve şaraptan sonra en önemli şey.
- Eğer pekte kamp yapmayan biri iseniz yada yanınızda böyle biri varsa biraz kireç alıp çadırınız etrafına dökebilirsiniz. Börtü böcekten yana içiniz rahat olur.
- Arı sokmalarına karşı panzehir alabilirsiniz. Bugüne kadar hiç almadım ama aklıma geldi.
- Gereken su miktarını iyi hesaplayın. Su taşımaya üşenmeyin. Aslında en önemli nokta bu.Bol bol su alın.
Ay'sız geceler tavsiye edilir. Hele birde gök taşı yağmuruna denk getirirseniz doyulmaz izleme keyfine.
26.3.15
Vltava Nehri - Prag
Avrupa'nın en turistik 3. şehri hakkında internette yeterince bilgi bulmak kolay. Bu güzel şehir için biraz fazla vakit ayırdıysanız ve şehir merkezlerinde sadece Turist görmekten, (hatta Prag'ta Çek birini bile görememiş olabilirsiniz) sıkıldıysanız, bu fikirde benden olsun.
Prag'ı ikiye bölen Vltava Nehri üzerinde bir gezintinin hikayesidir bu. 210 Kron'a(21 lira) 4 saatte huzur doldurur insana. (bkz. boat trip to Slapy)
Başkentlerin asık suratlı soğuk insanlarının aksine kırsalın güler yüzüyle karşılatır bu yolculuk sizi. Tekneniz nehirde ilerlerken yamaçlardaki evlerden çan sesleri duyarsınız. Ahooooj! (Ahoy!) haykırışları yükselir yaşlı amcalardan. Çocuk gibi herkes birbirine el sallar gülümseyerek. Yolculuk boyunca bunu defalarca yapmak hiç ama hiç yormaz insanı. Biraz da olsa kalıplar olmadan yaşanır.
Nehir'de tekne gezintisi. Aslında bizim ülkemizde pekte olmayan bir etkinlik. Beklenti de düşük oluyor hayliyle. Ama tekneniz Panama kanalında ki gibi su havuzlarına girip barajları aşması insana küçük heyecanlar yaşatıyor. Gitgide yükselen barajlarda, hissedilen tedirginlik artıyor, gökyüzünü görebilmek için daha fazla kafanızı kaldırmanız gerekiyor. Beşinci barajda, havuzun devasa kapıları üzerinize kapandığında ise etraf kararıyor ve insan kendini adeta bir kuyunun dibinde gibi hissediyor. Gökyüzünü sadece bir çerçevede görebiliyorum. Fokur fokur suların içeri dolmaya başlamasıyla aydınlık doluyor içeriye. Sadece bu mühendisliği düşünmek bile bu gün için güzel bir deneyim.
Nehir'de tekne gezintisi. Aslında bizim ülkemizde pekte olmayan bir etkinlik. Beklenti de düşük oluyor hayliyle. Ama tekneniz Panama kanalında ki gibi su havuzlarına girip barajları aşması insana küçük heyecanlar yaşatıyor. Gitgide yükselen barajlarda, hissedilen tedirginlik artıyor, gökyüzünü görebilmek için daha fazla kafanızı kaldırmanız gerekiyor. Beşinci barajda, havuzun devasa kapıları üzerinize kapandığında ise etraf kararıyor ve insan kendini adeta bir kuyunun dibinde gibi hissediyor. Gökyüzünü sadece bir çerçevede görebiliyorum. Fokur fokur suların içeri dolmaya başlamasıyla aydınlık doluyor içeriye. Sadece bu mühendisliği düşünmek bile bu gün için güzel bir deneyim.
Tabi yolculuk boyunca yeşil eksik etmiyor kendini. Bulutlu bu günde yağmurdan sonra ayrı bir parlıyordu yeşil. Rengin hakkını veriyordu bitkiler. Zaten yaş dan gelmemiş midir yeşil. Hollywood'un Vietnam filmlerinde ki hissettiriyor insana.
Biz gemiyi Trebenice de terk edip, patikadan yürüyerek Stechovice'ye doğru geri dönüyoruz. Birçok işaretlenmiş rota mevcut bölgede. Bir buçuk saatlik yürüyüş sonunda, nehir kenarında bir siyah bira keyfe keyif ekliyor. Otobüsle 5 liraya'da dönüyoruz Prag'a. Akşam güneşi vuruyor çiftlere.
30.6.13
Kızılırmak Deltası
Kızılırmak Deltası- Kuş Cennetine zamanı tutturamayınca kuşların olmadığı dönemde gidiyoruz.
Yola Samsun'dan külüstür bisikletimle çıkacağımı duyanlar “bu bisiklet gitmez “ dese de, buraların bisikletle keyifli olacağını hayal ederek bisikletten vazgeçmiyorum. Bisiklette hakkıyla, tıkırtısıyla Samsun’dan Kızılırmak deltasina 110 km gitti ve geldi. O kabak olmuş lastiği patlamadı bile. Arkasına yeni taktırdığımız bagaj yeri, çadır ve matımızla pek de bir karizmatik göründü.
Samsun'dan sabahın erken saatlerinde yola koyulup, Ondokuz Mayıs ilçesinden deltaya doğru ilerliyoruz. Orman arasında ki gölge yollardan, küçük küçük köylerden geçip sonunda yılın en uzun 2. gününde öğle vakti çıplak düzlüğe geliyoruz. Öğle sıcağının geçmesini bir ağacın gölgesinde uzanmış beklerken, tepemize dikilen iki yılanla sıçrayıp, yola devam ediyoruz. Ara ara durup göllerin ıssız kıyılarına yürüyoruz.Ortam insana gerçekten hiçbir şeyin ortasında hissi veriyordu. Sessizlik, öğlen sıcağı, göz kamaştıran göl suları ve aniden sazlıklar arasından tek tük kuşlar yükseliyordu.
Samsun'dan sabahın erken saatlerinde yola koyulup, Ondokuz Mayıs ilçesinden deltaya doğru ilerliyoruz. Orman arasında ki gölge yollardan, küçük küçük köylerden geçip sonunda yılın en uzun 2. gününde öğle vakti çıplak düzlüğe geliyoruz. Öğle sıcağının geçmesini bir ağacın gölgesinde uzanmış beklerken, tepemize dikilen iki yılanla sıçrayıp, yola devam ediyoruz. Ara ara durup göllerin ıssız kıyılarına yürüyoruz.Ortam insana gerçekten hiçbir şeyin ortasında hissi veriyordu. Sessizlik, öğlen sıcağı, göz kamaştıran göl suları ve aniden sazlıklar arasından tek tük kuşlar yükseliyordu.
Ovanın ortasından etrafı su ve sazlıklarla çevrili yolda püfür püfür ilerliyorduk. Gökyüzü kızıllaşırken yorgunluğumuz ağırlaşıyor, ürkütücü mandalara yakın geçişlerde hızımız aniden artsa da kısa molalarımız çoğalıyordu. Gün batımının yarattığını hoş duyguyla ilerlerken sazlıkların arasından aniden önüme at sürüsü atlaması ve önümden yeleleri dalgalanarak 2-3 saniyelik geçişleri bana masalsı bir an yaşattı. Aniden fren yapmış, aralarında ki beyaz atın dörtnala koşuşunun her anına odaklanmış, zihnimde fotoğraflamıştım. Kendimi belgeselde gibi hissetmiştim.
Gün sonunda araştırma merkezine ulaştık ve bahçesine çadırımızı kurduk.Yorgunluğun üzerine gün batımında manda sütünden yapılmış dondurma çok iyi geldi. Burada gözlem kulesinin altına yeni açılmış kafe oldukça güzel ve kafenin fiyatları da uygundu. Yolunuz düşerse buraya kahvaltı yapmaya, manda yoğurdu yemeye ve kuş gözlemi için gelmenizi tavsiye ederim.
Geceyi yılın en yakın dolunayının ışığında, mandaların haykırışlarıyla geçiriyoruz.Yeni güne güneşten önce başlıyor, at sürülerininin peşine takılıyorum. Biraz korku biraz heyecanla atlara yaklaşıyor, zoom lensim olmadığı için olabildiğince yakından fotoğraflamaya çalışıyorum. An geliyor aralarında kalıyorum ve karşılıklı bakışıyoruz. Benim bir yöne hareketimle onlarda tersine hızla koşuyorlardı.
Güneşin yükselmeye başlamasıyla ıssız yollarda dönüşe geçiyoruz. Ama mandaların sabah sabah suya girmek istemeyip yolumuzun üzerinde kurulu olmaları bize aniden fren yaptırıyor. Bizim karşılarında ani duruşumuz mandaları irkiltiyor ve gözlerini bize dikiyorlardı. Bu gidebileceğimiz tek yolda durup biraz konsantre oluyoruz ve yüksek adrenalinle başlıyoruz bisikletleri üzerilerine sürmeye. İrkilen mandaların da koşmaya başlamasıyla damarlardaki adrenalinimiz tavan yapıyor ve hızla gidiyoruz. Ürkütücü görüntüleriyle öyle de bir hızlı koşuyor ki bu büyükbaşlar, bize bisikleti soluksuz sürdürüyorlardı. Yol boyunca aralıklı aralıklı bekleyen sürülerin arasından bir bir geçiyoruz. Köylüler yavrusuna dokunmazsan bir şey yapmaz demiş olsa da o yakınlıkta korkudan göz temasına bile girmiyoruz.
Yüksek adrenalinle dönüş yolu pek kısa sürdü. Tekrar köy yollarına vardığımızda etrafta gördüğümüz inekler, mandaların ardından bebek yüzlü göründüler. Sallana sallana Samsun asfaltına dönüyoruz. Bizden kaçan mandadan korksak da güzel bir heyecan olmuştu.
Yavaş yavaş ölürler
Heyecandan kaçınanlar, diyoruz.(pablo neruda, yavaş yavaş ölürler)
Heyecandan kaçınanlar, diyoruz.(pablo neruda, yavaş yavaş ölürler)
26.6.13
▲ Triglav Milli Parkı - Slovenya
Pek çok kimsenin bilmediği, Slovenya desende Slovakya mı dediği, haritada tavuk şeklindeki yemyeşil ülkenin tek milli parkı.
Parkın ismi Slovenya bayrağında da simgesi bulunan ülkenin en yüksek dağından geliyor.Slovenler bu dağa çıkmayana gerçek Sloven demiyorlar. Ben de milli parkın birçok bölgesini farklı zamanlarda gezdim ve Slovenya'daki son günlerimde I feel sLOVEnia dedim ve zirveye doğru yola koyuldum.
Triglav Dağı , İsmini Julian Ceaser'dan alan Julian Alplerinin en yüksek noktası ve 2884 metre yükseklikte. Ben üniversitede ki bir hocamın tavsiyesi ile Pokljuka tarafındaki rotadan çıktım. Zamanım olmadığı için tek günde, toplamda 15-16 saatte çıkış ve iniş yaparak epey yorgun düştüm(1 gece kalmalı önerilir). Patikalar genel olarak kolay olmakla birlikte sadece zirveye doğru son kaya aşaması genel olarak zor. Son aşamada ip açmakta ve emniyet kemeri kullanmakta yarar var.
Milli parkın etrafını saran küçük küçük her kent birbirinden güzel. Etrafınızdan hiç eksilmeyen yeşillik, nehirler, göller, şelaleler içinizde tam bir huzur bırakıyor. Milli park etrafında atacağız 2-3 günlük bir tur aklınızda unutulmaz manzaralar bırakacaktır. Ben size bu yerlerin bazılarından bahsedeyim.
Slovenya'nın en turistik yerlerinden biri olan Bled Gölü, manzarası ile "budur işte" dedirtiyor. Alttaki fotoğrafta görülen manzara için 765 metrelik Velika Osojinca tepesine 35-45 dakikalık yürüyüş ile çıkmanız gerekiyor. Göldeki adaya sandalla kürek çekmek bence buradaki en güzel etkinlik ve insanı masalsı gezintiye çıkartıyor. Bled kadar turistlik olmayan özellikle Slovenlerin tercih ettiği Bohinj Gölü de bölgedeki es geçilmemesi gereken bir yer. Ayrıca Vintgar Gorge ise çok yakınınızda(bkz. Vintgar Gorge).
Parkın batı tarafında ise, Slovenya armasında göreceğiniz, ülkenin her tarafında dolaşan nehirlerden biri olan Turkuaz renkli Soça Nehri doğuyor. Membasına gittiğinizde kayaların arasından çıkan suyun rengi büyülüyor ve adeta insanı içine çekiyor(bkz. izvir Soca). Nehir boyunca küçük şirin kentler güneye doğru diziliyor. Nehirde rafting ve kayak(kano) yapmak oldukça popüler.
Parkın Kuzey batısında ki Vrsiç Geçiti özellikle bisikletçilerin ve motosikletçilerin akın ettiği bir yer. 50 U dönüşü yaparak çıkılan 1611 metredeki geçit Alplerin güzel manzarasını sunuyor. Bu zorlu yol, 1. Dünya Savaşı sırasında Rus esir askerlere yaptırılmış. Bölgede ki 1. Dünya Savaşından kalma küçük kale, mağara gibi yerler de aklımda kalanlar arasında. Askerlerin kullandığı tarihi rotalar da meraklıları için işaretlenmiş.
Bu arada Nova Gorica'da Solkan köprüsünden bungee jumping yapmak hala benimde aklımdadır. Eğer buralara gidiyorsanız aklınızdan bir geçirin derim.
Hayal edin, planlayın ve gidin bu küçük, yüzde %60'ı ormanlarla kaplı, şirin köyleri-şehirleri olan, şaraplarıyla meşhur, denizi-dağı vadileri-karstik bölgesi-nehirleri ile doğanın birçok rengini sunan ülkeye. :)
Parkın ismi Slovenya bayrağında da simgesi bulunan ülkenin en yüksek dağından geliyor.Slovenler bu dağa çıkmayana gerçek Sloven demiyorlar. Ben de milli parkın birçok bölgesini farklı zamanlarda gezdim ve Slovenya'daki son günlerimde I feel sLOVEnia dedim ve zirveye doğru yola koyuldum.
Triglav Dağı , İsmini Julian Ceaser'dan alan Julian Alplerinin en yüksek noktası ve 2884 metre yükseklikte. Ben üniversitede ki bir hocamın tavsiyesi ile Pokljuka tarafındaki rotadan çıktım. Zamanım olmadığı için tek günde, toplamda 15-16 saatte çıkış ve iniş yaparak epey yorgun düştüm(1 gece kalmalı önerilir). Patikalar genel olarak kolay olmakla birlikte sadece zirveye doğru son kaya aşaması genel olarak zor. Son aşamada ip açmakta ve emniyet kemeri kullanmakta yarar var.
Milli parkın etrafını saran küçük küçük her kent birbirinden güzel. Etrafınızdan hiç eksilmeyen yeşillik, nehirler, göller, şelaleler içinizde tam bir huzur bırakıyor. Milli park etrafında atacağız 2-3 günlük bir tur aklınızda unutulmaz manzaralar bırakacaktır. Ben size bu yerlerin bazılarından bahsedeyim.
Slovenya'nın en turistik yerlerinden biri olan Bled Gölü, manzarası ile "budur işte" dedirtiyor. Alttaki fotoğrafta görülen manzara için 765 metrelik Velika Osojinca tepesine 35-45 dakikalık yürüyüş ile çıkmanız gerekiyor. Göldeki adaya sandalla kürek çekmek bence buradaki en güzel etkinlik ve insanı masalsı gezintiye çıkartıyor. Bled kadar turistlik olmayan özellikle Slovenlerin tercih ettiği Bohinj Gölü de bölgedeki es geçilmemesi gereken bir yer. Ayrıca Vintgar Gorge ise çok yakınınızda(bkz. Vintgar Gorge).
Parkın batı tarafında ise, Slovenya armasında göreceğiniz, ülkenin her tarafında dolaşan nehirlerden biri olan Turkuaz renkli Soça Nehri doğuyor. Membasına gittiğinizde kayaların arasından çıkan suyun rengi büyülüyor ve adeta insanı içine çekiyor(bkz. izvir Soca). Nehir boyunca küçük şirin kentler güneye doğru diziliyor. Nehirde rafting ve kayak(kano) yapmak oldukça popüler.
Parkın Kuzey batısında ki Vrsiç Geçiti özellikle bisikletçilerin ve motosikletçilerin akın ettiği bir yer. 50 U dönüşü yaparak çıkılan 1611 metredeki geçit Alplerin güzel manzarasını sunuyor. Bu zorlu yol, 1. Dünya Savaşı sırasında Rus esir askerlere yaptırılmış. Bölgede ki 1. Dünya Savaşından kalma küçük kale, mağara gibi yerler de aklımda kalanlar arasında. Askerlerin kullandığı tarihi rotalar da meraklıları için işaretlenmiş.
Bu arada Nova Gorica'da Solkan köprüsünden bungee jumping yapmak hala benimde aklımdadır. Eğer buralara gidiyorsanız aklınızdan bir geçirin derim.
Hayal edin, planlayın ve gidin bu küçük, yüzde %60'ı ormanlarla kaplı, şirin köyleri-şehirleri olan, şaraplarıyla meşhur, denizi-dağı vadileri-karstik bölgesi-nehirleri ile doğanın birçok rengini sunan ülkeye. :)
2.5.13
Giresun-Kümbet Yaylası
Kümbet Yaylası, manzarası ve sakinliğiyle oturup sakin sakin izlemelik bir yer. Burada biz ne yürüyüş, ne de başka bir etkinlik yaptık. Oturarak keyfini çıkardık.
Yayla, Giresun merkeze yaklaşık 60 km uzaklıktadır. Yolda ara ara HES inşaatlarının arasından geçilse de yeşilin tonları ve dereler güzel bir yere gidildiğinin sinyalini verir. Yaylaya varınca, western filmlerindeki kasabaları andıran düz bir yol ve etrafında ahşap evler karşılıyor. Pide kokusu sarıyor etrafı. Hemen bir tane alıyoruz.Yoldan aldığımız Fındık ezmemiz de tam bu an için. Kahveye geçip manzaraya karşı çayı da yudumladık mı hissediyoruz yaylanın keyfini ( Ya da atıştırmalık yemenin, abur cuburun doyumsuz keyfini).
Kümbet Şenliklerinin de yapıldığı alana(Aymaç) geçiyoruz. Manzara, hava o kadar güzel ki keyif bitmiyor. Karşıda parça parça erimiş karlarla yemyeşil ormanlara karşı, gün batımında çimlere uzanıp açıyoruz şarabımızı. Yaşlı amca ile küçük bir çocuk yaklaşıyor. Çocukla tanışıyorum. Pek bir sessiz Kürşat. Babası terk ettiğinden beri sürekli burnu kanıyormuş. Haftaya da şehre doktora gideceklermiş.
Alacakaranlık ile birlikte Tekke obasına, kalacağımız yayla evine geçiyoruz. Nasılda şeniz. O anda ne olduysa, aylardır fotoğraf makinemde çıkan hata mesajı da kayboluyor. Tekrar seri fotoğraf çekebiliyorum. Ne diyelim, yayla havası yaradı.
Sobayı yakıp, tereyağında balık(ilk kez tattım), köfteleri de pişirince yok bizden mutlusu.Karanlıkla birlikte Büyük Ayı, Jüpiter, Akrep takımı da beliriyor gökyüzünde. Hala bir gece şehirden uzaklaşıp, gökyüzüne bakmadıysanız, Samanyolu'nu görmediyseniz bir deneyin. Buna değer. Belki aklınıza düşüneceğiniz yeni şeyler gelir.Zaman gibi.
Yayla, Giresun merkeze yaklaşık 60 km uzaklıktadır. Yolda ara ara HES inşaatlarının arasından geçilse de yeşilin tonları ve dereler güzel bir yere gidildiğinin sinyalini verir. Yaylaya varınca, western filmlerindeki kasabaları andıran düz bir yol ve etrafında ahşap evler karşılıyor. Pide kokusu sarıyor etrafı. Hemen bir tane alıyoruz.Yoldan aldığımız Fındık ezmemiz de tam bu an için. Kahveye geçip manzaraya karşı çayı da yudumladık mı hissediyoruz yaylanın keyfini ( Ya da atıştırmalık yemenin, abur cuburun doyumsuz keyfini).
Kümbet Şenliklerinin de yapıldığı alana(Aymaç) geçiyoruz. Manzara, hava o kadar güzel ki keyif bitmiyor. Karşıda parça parça erimiş karlarla yemyeşil ormanlara karşı, gün batımında çimlere uzanıp açıyoruz şarabımızı. Yaşlı amca ile küçük bir çocuk yaklaşıyor. Çocukla tanışıyorum. Pek bir sessiz Kürşat. Babası terk ettiğinden beri sürekli burnu kanıyormuş. Haftaya da şehre doktora gideceklermiş.
Alacakaranlık ile birlikte Tekke obasına, kalacağımız yayla evine geçiyoruz. Nasılda şeniz. O anda ne olduysa, aylardır fotoğraf makinemde çıkan hata mesajı da kayboluyor. Tekrar seri fotoğraf çekebiliyorum. Ne diyelim, yayla havası yaradı.
Sobayı yakıp, tereyağında balık(ilk kez tattım), köfteleri de pişirince yok bizden mutlusu.Karanlıkla birlikte Büyük Ayı, Jüpiter, Akrep takımı da beliriyor gökyüzünde. Hala bir gece şehirden uzaklaşıp, gökyüzüne bakmadıysanız, Samanyolu'nu görmediyseniz bir deneyin. Buna değer. Belki aklınıza düşüneceğiniz yeni şeyler gelir.Zaman gibi.
Ormanda sakız toplamak ise bir başka sefere kaldı.
Subscribe to:
Posts (Atom)