Harita

4.2.12

Fas ★

Bölüm 1-İlk Adım Marrakech                                                                    01.05.2011
Ve ilk kez Afrika’dayım. Marrakech’ de hostelimden yazıyorum. Yılan dans ettirenlerden, maymun gezdirenlere, toz, motorlar, Arapça şarkılar, davullar zurnalar, karmakarışık değişik biryer. Avrupa kentlerinden sonra bana çok iyi geldi. 3. Kıtaya da ayak basmış oldum, iyi hissediyorum!

Havalanına ilk girdiğimde, bir tedirginlik vardı üzerimde. Üstüne bir de kağıt tutuşturdular elime. Ne kadar kalacağımdan, nerede kalacağıma kadar doldurdum.  Fas’tan belli bir meblağın üzerinde para çıkarmak yasak.  İşte onun için daha girmeden peşin peşin form doldurup imzalıyorsunuz. Havaalanından çıktım ve Fas turu başladı. Otobüs beklerken iki Amerikan kızla tanıştık. Onlar bi hostelde yer ayırtmış, takıldık bizde peşlerine. Labirent gibi sokaklar da birbirimizi bile kaybetsek de sanırım 1 saatte bulduk hosteli. Hostel gayet temiz, güzel, kahvaltı dahil 7euro’ydu.(Hostel:Amour d' Auberge) Daha ucuz hosteller bulmak da mümkün.

İçim heyecan dolu olsa da, son 2 geceyi İtalya’da tren istasyonunda geçirmenin yorgunluğu, vücudumu dinlenmesi için zorladı.

Kızıl Şehir Marrakech! Tüm binaların, her şeyin kırmızı olduğunu fark etmek hiç de zor değil. Çılgın meydan Djemaa el Fna etrafında turlamaya başlıyorum. Değişik değişik baharatların, deri ürünlerin kokusunu alırken bazen kasaplarda açık da duran etler burnumu biraz sarsıyor. Kaybolmaya çalışıp, her sokağı deniyorum.  Dar sokalarda bınbır bınbır geçen motorlar,  Sürekli bi gürültü, eşekler… Bu karmaşa çok hoşuma gidiyor ve farklı bir yerde olduğumu hissettiriyor. Derken bir de antik şehirden dışarıya, yeni yerleşim alanlarına doğru gidiyorum.  Modern Fas ise beklediğimden çok daha fazlasıydı.
 3. güne daha gürültülü başlıyorum. Bugünü müzelere, saraylara ayırmıştım. Tam ilk adresime gider iken bir patlama sesi geliyor. Etraf o kadar gürültülü ki, bu ses normal geliyor. Herhalde en fazla tüp patlamıştır diyorum. (Tüp patlasa normal yani ) Meydana döndüğümde ise adım atacak yer zor buluyorum. Kafamı kaldırdığımda ise binaların yıkıntısını görüyorum. Bomba patlatılmış! İnsanlar toplanınca 2.nin patlayabileceğini düşünerekten daha sakin yerlere doğru uzaklaşıyorum. Sonuç ise 17 ölü 25 Yaralı.
   Bölüm 2-Sahara’ya Yolculuk
Ertesi gün Sahara Çölüne 3gün sürecek yolculuğuma çıkıyorum. Çöle Marrakech'den ayarladığım bir tur şirketi ile gidiyoruz. Tur şirketleri ile pazarlık yapmak gerekli.  Euro-Dolar yerine kendi para birimleri Dirham ile pazarlık yapmanın daha etkili olduğunu düşünüyorum. Sabah erkenden yol alıyoruz. Yüksek Atlas Dağlarına bol virajlı yollardan tırmanıp, tek tek tepeleri aşıyoruz. Kırmızı düzlüklerde ilerler iken ilk durağımız Ait Ben Haddou. Burası birçok filmin de çekildiği bir yer. Örneğin Gladyatör’ün bir kısmı burada çekilmiş.
Todra  Kanyonunu da gezip günü dağların arasında bir otele giderek sonlandırıyoruz. Sabah gün doğumu için uyanma isteğimi gerçekleştiremiyorum.
Yeni  güne Tinehir şehrinin manzarasıyla başlıyoruz. Bir vahada durup, ekinlerin arasında dolaşıp, birkaç kişiyle tanışıyoruz. Güzel bir naneli yeşil çay(Fas Çayı) içip yolumuza devam ediyoruz. Küçük küçük köyler, palmiyeler ve bisiklete binen insanlar(nedense dikkatimi çekmiş.) görüyorum. Devam ettikçe etrafta az sayıda toprak evlerden başka pek bir şey kalmıyor.  Artık ovanın ortasında dümdüz bir yolda ilerliyoruz. Uzaklarda dağların silueti, yanımızda ise sadece otlaklar, kum çakıllık. Sanki Çizgi filmlerde ki ölüm vadisindeyiz. :)
Öğleden sonra Merzouga’ya varıyoruz. Sonunda aracı terk edip develerle Chebbi Kumulunda gidiyoruz. Hava parçalı bulutlu, rüzgar ise sertti. Kum tepelerini bir bir aşıyor, çölün ortasında ilerliyorduk. Benim deve diğerlerine göre biraz  daha genç görünümlüydü. Sanırım bu yüzden biraz fazla sallantılı bir yolculuk geçirdim.
Deve üzerinde bir buçuk saat gittikten sonra çadırlara ulaşıyoruz. Deveden inip ortalıkta hoplayıp zıplıyorum. Gün batımını seyretmek için yüksek bir kum tepesine doğru koşturuyorum. Sert rüzgar ve kumlar, adrenalimin getirdiği enerjiye engel olamıyor. İnce kumlar sert rüzgarla bacaklarımda yanma hissi yaratıyor. Debelene debelene, soluk soluğa zirveye varıyorum. Gün batımı ışığı ile şöyle 360 derece etrafıma bakınıyorum. Çöldeyim! Tepeden kaya kaya inişim ise pek hızlı oluyor.
Akşam Çadırda berberi müzik dinletisi vardı.(pekte kulağa hoş gelen bir şey değil.) Akşam yemeğinde ise tangir(tajin) lezzetliydi.(Mum ışığında pek göremeden yesem de çok lezzetliydi.)
Hava kararınca yıldızlar gösterdi kendilerini. Aynı tepeye bir daha çıktım. Rüzgar daha sertti. Her yerim kumla dolmuştu. Uzun süre yatarak yıldızları seyrettim. Arada kısa bir uyku da çektim. Sanki sarhoş gibiydim. Çadıra geçtim, rüzgar ve kum tanelerinin sesleriyle uykuya daldım.
Şafak ile uyandık. Güneş uzaklarda, kum tepelerinin arasında yükselirken deve üzerinde ilerliyorduk. 2 saatin ardından başladığımız yere vardık ve aracımızla Marrakech’e doğru uzun dönüş yoluna koyulduk. Bir şişe çöl kumu ve fotoğraflar kaldı Batı Sahara’dan. Şu anda Erfoud’dan geçiyoruz ve yağmur çiseliyor.  Söylediklerine göre şanslıymışım, bu kadar kurak bir yeri yağmurlu zamanında yakalamışım.
  Bölüm 3-Okyanus Havası, Essaouira
Marrakech’e varır varmaz Essaouira’ya giden bir otobüs arıyoruz. Fakat saat 22.00 ve Essaouri’ya otobüs bulmak için çok geç.  Bizde taksi ayarladık.( Slovenya’danİtalya’ya taksiyle gidişimden sonra Fas’ta şehirler arası taksi pahalı gelmiyor;) )
İşte bu taksici Fas’ta yaşadığım en sinir bozucu anları yaşattı. Taksici başka müşteri bulmak için 30dakika beklemek istedi, he dedik. Bir saat sonra yola çıktık derken, biri aradı. Yolcuyu almaya geri döndük. Tam gidiyoruz derken 15 dakika benzinliğe uğradık. Sonunda yoldan da birini aldık ve hızlandık. Araba eski Mercedes’lerden. Pıfır pıfır giderken gece 12 sularında amca arabayı bir yere çekti. Yemek yiyeceğim 20 dakika bekleyin diye tutturdu. Arabaya 40 dakika sonra geri geldi. Tabi benim tepem attı.Atsa da yapacak bir şey yoktu. Bir de Essaouira’ya varınca yaptı kıllığını. Evinde kalacağımız kişinin adresine değil de, otogara götürüp bıraktı bizi. Gece 1.30’du. Arabadan inip, halkın arasında olmanın gücüyle başladım bir iki saydırmaya.
Saat 2’ye doğru evinde kalacağımız Younes’in evine vardık. Azıcık pis bir evdi ama Younes iyi biriydi. Essauira'da sabaha yağmurla uyandık. Okyanusta denize girme planı suya düştü.( Tekrar gitmek için nedenlerimden biri). Bu mevsimde ilk defa böyle yağmur yağdığını söylüyorlardı. Bereket getirdik sanırım topraklara.
Essaouira güzel bir liman kenti. Beni çok etkilemişti. Martılar, okyanus dalgaları ve liman, essaouira denince aklıma gelen ilk şeyler. Essaouira kesinlikle bir günden fazla zaman ayrılması gereken bir yer. Ama biz Fes’ e devam etmek için akşam 8’e otobüs bileti almıştık. Belki de tadı damağımızda kaldığı için unutulmaz oldu.
 Atlas(Atlantik) okyanusunda yüzemesem de bir bakış atmış oldum.

  Bölüm 4-Son Yolculuk, Fes
  Essaouira'dan otobüsümüz çocukluğumdan hatırladığım prenses otobüslerden en az 10 yıl daha eskiydi. İçeri girdiğimde koltuklarda yapışmış sakızlar, iple bağlanmış kırık koltuklar gözüme çarpıyordu. Eski meski yola çıktık. Yolda telefondan Arapça müziker açanlar, gürültülü konuşmalar, İlerledikçe yolda alınan ayakta yolcular, çoluk çocuk derken gece saat 1’e doğru korktuğum oldu. Önce mola verdik sansam da, bizim otobüs yolda kalmıştı. İnsek, koltuğu kaptıra biliriz ya da anlamayız da otobüsü kaçırırız düşüncesiyle içeride bekledik. Tamir çalışmaları başladı. Ben ise pencereden insanları izliyordum.  Önce otobüsün koridorunun tabanını söktüler. Kafamı aşağı eğdiğimde otobüsün altında tamir için yatan adamı görüyordum. Sabaha kadar gidemeyeceğimiz düşünesi olsa da bir gülme krizi tutturdu.  Dışarıda ise yolcuların, tamir eden adamın başına toplanmaları, elleriyle nasıl tamir olacağını anlatmaları, bizim Türk insanını anımsattı. Tamir eden amca bir şeyler yapıp otobüse alttan 2 yumruk atıyordu. Şoför de işareti anlayıp, gazı veriyordu. Fakat tiz bir "piyuuuuu" sesiyle otobüs çalışmıyordu. Bir ara koca bir taş getiren gördüm, onu nereye soktular bilmiyorum ama otobüs bir şekilde çalıştı.
   Sabah 10 gibi orta çağdan kalma en büyük şehire vardık. Fes'in labirent gibi sokaklarında  2 gün gezindim. En çok etkileyen, aklımda ve burnumda kalan yer ise, dünyanın en eski deri imalathanesiydi. Oraya giderken kokuya dair bir şey düşünmemiştim. İmalathaneye yaklaştıkça sokakta başlayan kokuyla kafamda her şey canlanmaya başladı. Koku > Deri > ölü hayvan. Buradaki koku, hayatımda hissettiğim en kötü koku olan, lise laboratuvarında bir beyini kestiğimizdeki çıkan kokuyu açık ara geçerek en üst sıraya yerleşti. Normalde kusmuk musmuk iğrenmeyen biri olsam da burada zor durdum. Hatta satıcı amca bana çanta satmaya çalışırken kendimi tutamayıp adamı bırakıp koşarak kaçtım. 
            
                     
                                          Tüm Fas Fotoğraflarım için tıklayınız

No comments:

Post a Comment